21. yüzyılda dünyamız iki büyük tehdit ile karşı karşıyadır: “Kentsel gelişme” ve “iklim değişikliği”.
Nüfus artışı, sanayileşme, şehirleşme ve tüketim alışkanlıklarındaki değişimler ile kentler gelişirken; kentsel gelişme, doğal kaynakların tükenmesi, doğal su döngüsünün zarar görmesi, kentlerdeki tarım alanlarının ve doğal alanların tüketilmesiyle iklim değişikliğine neden olmaktadır. Böyle bir fayda-zarar döngüsü içerisinde günümüz kentlerinin doğal kaynaklarını ve doğal ortamları koruma konusunda 3 temel sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Bu sorunlar;
• Toplumun değişen yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıkları,
• Hızla artmakta olan kentsel nüfus,
• Değişen iklim şartları ve değişken hava olaylarıdır.
Kentsel nüfusun artması, şehirlerin büyümesi ve kullanım alanlarının çeşitlenmesi ile “kısıtlı” olan doğal su kaynakları üzerindeki talep artmıştır. Su kaynakları üzerindeki bu talep artışı, kentlerin su kıtlığı ve kirliliği gibi ciddi sorunlarla karşılaşmasına neden olmaktadır. Böyle bir durumda kentlerde suyun bilinçli kullanılması, yeni kentsel planlama ve tasarım yaklaşımları ile bu sorunun önüne geçilmesine yönelik politikalar önem arz etmektedir.
Su kıtlığı, kirliliği ve iklim değişikliği, yerleşim alanlarının yeni iklimsel yapıya adapte olmasını zorlaştırmaktadır. Çünkü iklim değişikliği, aşırı hava olaylarına, iklimsel ve klimatolojik olayların sıklığının değişmesine ve tahmin edilebilirliğinin düşmesine; buna bağlı olarak kentlerde daha şiddetli ve sık sel, taşkın, yangın ve kuraklık olayları yaşanmasına neden olmaktadır. Fakat kentlerin, iklimsel değişikliklere karşı kırılgan ve savunmasız bir yapısı olduğu için bu değişimlerle baş edememeleri yaşam standartlarında düşüşe, kentsel altyapıda ve ekonomide zararlara yol açmaktadır.
Kentlerin bu değişimlere karşı kırılgan ve savunmasız bir yapısının olmasının başlıca sebebi ise kentte alınmış yanlış arazi kullanım kararlarıdır. Çünkü yanlış arazi kullanım kararlarıyla birlikte doğal alanlar ve peyzaj yok olmakta, buna ek olarak da kent içerisinde geçirimsiz yüzeyler artmaktadır. Bu yanlış planlama kararları doğrultusunda da doğal su döngüsü bozulmakta, doğa ve doğal kaynaklar kendini yenileyememektedir.
Doğa üzerindeki bu baskı, bir çözüm yolu olarak kentleri doğaya ve suya “duyarlı” olmaya itmektedir. Doğayı, ekolojiyi ve suyu merkezine alan planlama ve tasarım çalışmaları yapılmasını gerekli kılmaktadır. Tarih boyunca su, medeniyetlerin kurulmasında önemli role sahip iken medeniyetlerin yıkılmasına da neden olmuştur. Bu yüzden kent planlamasında doğa, aşılmaması gereken en hassas eşiktir. Bu doğrultuda, su kaynaklarının korunması, yönetilmesi ve ekolojik dengenin sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekmektedir. Çünkü kentlerin geleceği, doğaya ve doğal kaynaklarımızı koruyup geliştirmemize bağlıdır.
Bugün birçok ülke su kıtlığı çekmektedir. Türkiye de su kıtlığı çeken ülkeler arasındadır. Bu yüzden kentlerde suyu nasıl yönettiğimize ve kullandığımıza dikkat etmemiz gerekmektedir. UNESCO her sene yayınladığı “The United Nations World Water Development Report”da suyun değerini aşağıdaki şekilde tanımlamıştır.
“Su, insanlara su arzının ötesinde diğer canlılar ve kentsel fonksiyonlar için bir kaynaktır. Tarım, sanayi, enerji üretimi, turizm, yeşil altyapı ve biyoçeşitlilik gibi birçok kentsel fonksiyon ve bunlara bağlı hizmetler su ekosisteminin bir parçasıdır. Suyun değeri suya biçtiğimiz değerden çok daha fazladır. “Kültürel, ekonomik, estetik, rekreasyonel ve eğitimsel değere sahiptir.” [1].
Toplumların kentsel yaşam kalitesinin artmasına yönelik beklentisi sürdürülebilir ve yaşanabilir kentler ile karşılanabilir. Çevreye duyarlı toplumlar ve kentler yaratmak sürdürülebilir ve yaşanabilir kentlerin kilit taşıdır. Sürdürülebilir ve yaşanabilir kentler planlamayı bir süreç olarak değerlendirirsek, bu süreç içerisinde kentleri yenilikçi yaklaşımlar ile ele almamız gerekmektedir. Bu yenilikçi yaklaşımlardan birisi de “Suya Duyarlı Şehir” dir. “Suya Duyarlı Şehir, entegre su döngüsünün bütünsel yönetimine dayanan bir vizyondur.” [2].
Bu doğrultuda farklı ülkelere baktığımızda, ülkelerin Suya Duyarlı Şehir vizyonu altında su sorunuyla başa çıkabilmek ve daha yaşanabilir kentler yaratmak için,
• ABD’de Yeşil Altyapı (Green Infrastructure),
• İngiltere’de Düşük Etkili Gelişme (Low Impact Development / LID) ve
• Avustralya’da Suya Duyarlı Kentsel Tasarım (Water Sensitive Urban Design / WSUD) adı verilen yaklaşımları geliştirdiklerini görmekteyiz.
Bu yaklaşımlar arasında son yıllarda sıkça bahsedilen Suya Duyarlı Kentsel Tasarım ilk olarak Avustralya’da geliştirilmeye ve kullanılmaya başlanmıştır. Suya duyarlı kentsel tasarım, su döngüsünün entegre bir şekilde yönetimine odaklanmaktadır ve en temelde geleneksel kentsel su yönetimine bir alternatif sunmaktadır.
Suya Duyarlı Kentsel Tasarım, Avustralya Hükümetleri Konseyi (Council of Australian Governments) tarafından ise kentsel planlamanın, kentsel su yönetiminin doğal hidrolojik ve ekolojik süreçlere duyarlı olmasını sağlayan kentsel su döngüsünün yönetimi ve korunması ile entegrasyonu olarak tanımlanmaktadır [4].
Avustralya’nın en kalabalık ikinci şehri olan Melbourne, kentsel su döngüsünün yönetimine yönelik politikaları, alınan planlama kararları ve kullandığı kentsel tasarım araçları ile su yönetiminde elde ettiği başarılarla Suya Duyarlı Şehirler arasında öncü rol oynamaktadır.
Melbourne şehri, sürdürülebilir kentsel yağmursuyu yönetimi ve suya duyarlı kentsel tasarım uygulamaları için hem ulusal düzeyde hem de yerel düzeyde planlar ve kılavuzlar hazırlamaktadır; kamusal mekânları tasarlayarak daha yaşanabilir kentler planlamakta ve suya duyarlı toplum yaratmaktadır; su kalitesini iyileştirmek ve yine kentin yaşanabilirliğini artırmak için sulak alanlar, yağmur bahçeleri, yağmur oluklarını kentlerde planlayarak daha yeşil kentler yaratmaktadır; kentsel su döngüsünden maksimum düzeyde yararlanmak için toplumu yağmursuyu tanklarını kullanmaya teşvik etmekte ve şehirde yağmursuyu toplama sistemlerini geliştirmektedir; taşkın ve sel olaylarının etkilerini en aza indirmektedir.
İstanbul eşsiz bir su güzelliğine sahip bir şehirdir ve su ile özdeşleşmiştir. Roma döneminden Osmanlı dönemine, Osmanlı’dan günümüze şehir için su çok önemli olmuştur. Bu durum aynı zamanda su mimarisinin gelişmesine de sebep olmuştur.
İstanbul çeşitli dönemlerde nüfus artışına ve kuraklıklara bağlı olarak su sıkıntısı ile yüzleşmiş ve bu sorunlar için çözümler üretmiş bir şehirdir. Su kemerleri ile şehre su getirilmiştir, sarnıçlarda su depolanmış ve şehirde kullanılmıştır. Günümüzde ise iklim değişikliği, artan nüfus ve yapılaşma sorunları ile karşı karşıya olan İstanbul’un yapması gereken sürdürülebilir ve uzun vadeli çözümler üretmektir. Bunu da modern bir çözüm yöntemi olan Suya Duyarlı Kentsel Tasarımı kullanarak başarabilir.
Fakat kentsel su yönetiminin sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi için bütüncül bir yaklaşım gereklidir. Su kaynaklarını ve su yönetimini bütüncül olarak ele alabilmemiz için su kaynaklarının korunmasını sağlayacak ulusal ve bölgesel su planlarına, İstanbul genelinde su kaynaklarının korunmasını, iyileştirilmesini ve kentse su teminini sağlayacak su mastır planına, yerel ölçekte kentsel tasarım ölçeğine kadar inebileceğimiz, suya duyarlı kentsel tasarım araçlarının uygulanabilmesini sağlayacak ve şehrin yaşanabilirliğini artıracak planlara ihtiyaç vardır. Aynı zamanda suya duyarlı şehir yaklaşımının benimsenmesini ve araçlarının uygulanabilirliğini kolaylaştırmak için yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Diğer yandan, bu yasal düzenlemeleri ve planlamaları yaparken, toplumun bu süreçlere aktif katılımının sağlanması gerekmektedir. Çünkü toplumun bu süreçlere katılımı duyarlı bir toplum yaratmanın etkili yollarından birisidir.
Toplumun suya olan duyarlılığını artırmayı sağlayan araçlardan birisi de yeşil ve mavi koridorlardır. Melbourne’un yaptığı gibi sulak alanlar, dereler ve nehirler bütüncül bir aks olarak ele alınarak, bu alanların toplumun sosyal etkileşimini artırabileceği, doğayla ve suyla iç içe bulunabileceği ve kendini kentten uzaklaşmış hissedeceği kamusal alanlara dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda İstanbul’da yeşil ve mavi koridorlar tasarlanmalıdır. Bu multi-fonksiyonel alanlar ile daha etkili sonuçlar almak mümkün olacaktır. Çünkü kentsel tasarım, Suya Duyarlı Şehirlerin hedefi olan daha yaşanabilir ve sürdürülebilir şehirlere ulaşmak için çok önemli bir araçtır. İstanbul’un ihtiyacı olan da mevcut planlama biçimini değiştirerek, İstanbul’u daha yeşil, daha yaşanabilir ve daha sürdürülebilir bir şehir haline getirmek mümkündür.
Kaynaklar
[1] UNESCO. (2020). The United Nations World Water Development Report 2020: Water and Climate Change. Paris/Fransa: UNESCO.
[2] Brown, R., Rogers, B., ve Werbeloff, L. (2016). Moving toward Water Sensitive Cities: A guidance manual for strategists and policy makers. Victoria: Cooperative Research Centre for Water Sensitive Cities.
[3] Wong, T. H., ve Brown, R. R. (2009). The water sensitive city: principles for practice. Water Science & Technology-WST, s. 673-682.
[4] Johnstone, P., Adamowicz, R., Haan, F. J., Ferguson, B., ve Wong, T. (2012). Liveability and the Water Sensitive City. Victoria: CRC for Water Sensitive Cities.
Öktem, D. D., ve Aksoy, A. (2014). Türkiye'nin Su Riskleri Raporu. İstanbul: WWF-Türkiye.
Yasin Karaca, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama mezunudur. Lisans eğitimi sürecinde Prestij Aks ve Odakları için Kentsel Tasarım Atlası projesinde yer almıştır. Bitirme ödevini ise “Suya Duyarlı Şehir ve Tasarım Araçları: Melbourne ve Singapur Örnekleri Üzerinden İnceleme” üzerine yazmıştır. Şu anda Ege Asfalt firmasında çalışmaktadır. Ayrıca grafik tasarımla uğraşmaktadır.