
Doğaya, Kentlere, Tutsaklara Özgürlük!
Sanat ve planlama, her ne kadar farklı disiplinler gibi görünse de, birbirini besleyen, mekân algısını ve toplumsal hafızayı şekillendiren disiplinlerdir. Kentler, yalnızca binalardan ve yollardan, gördüğümüz fiziksel yapılardan ibaret değil; içerdikleri hikâyeler, hatıralar ve mekânın ruhuyla bir bütündür. Sanat, bu bütünün içinde bireylerin ve toplulukların kendilerini ifade etmelerini sağlayan güçlü bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Disiplinlerarası çalışmaların bana kazandırdığı en büyük şey, farklı bakış açılarını bir araya getirmenin gücünü görmek oldu. Bir şehir plancısı olarak haritalarla, planlarla ve mekânsal analizlerle çalışırken, sanatın getirdiği duyusal ve yaratıcı yaklaşımın bakış açımı genişlettiğini söylemek mümkün. Bu yazıda, sanat ve planlamanın bazı boyutlarının iç içe geçtiği bir deneyimi, meslektaşımız Tayfun Kahraman ve Gezi tutsaklarına adanmış kolektif bir heykel çalışması üzerinden anlatmak istiyorum.
Heykel Çalışması: Kolektif Üretimle Kamusal Alana Dokunmak
TMMOB Şehir Plancıları Odası Yaz Eğitim Kamplarını, sadece bir mesleki etkinlik değil, aynı zamanda farklı şehirlerden gelen farklı alt yapıya sahip planlama öğrencilerinin ortak bir paydada buluşup üretim yapabildiği, planlamaya geleneksel eğitim metodlarından farklı bir şekilde baktıkları, sorguladıkları, deneyimleyerek öğrendikleri bir ortam olarak tanımlamak mümkün. Bu noktada planlamanın bir parçası olan kamusal alan savunusu deneyimini ve sonuçlarını farklı bir yaklaşımla, disiplinlerarası bir yöntemle, sanatla birleştirerek anlatmaya ve sürecin bir parçası olmayı deneyimlemeyi amaçlayarak bu temada bir heykel atölyesi düzenlemeye karar verdik.
Kamusal alanı savundukları için bugün tutsak olan meslektaşlarımızın yanında olduğumuzu göstermek için diğer tüm faaliyetlerimize ek olarak düşündüğümüz bu heykel çalışması, duygularımızı ifade edebilmek, dayanışmamızı somut bir esere dönüştürmek ve aynı zamanda kalıcı bir anıt bırakmak niyetlerini barındırıyordu.
Heykelin üç temel kavram üzerine inşa edilmesini planladık: Doğa, kent ve tutsaklık.
- Doğa, özgürlüğü ve insanın çevresiyle kurduğu temel bağı simgeliyordu. Heykelin doğa parçası, organik bir yapıya sahip ve üç heykel arasında en büyük olanı. İçine yerleştirdiğimiz sarmaşık ise doğadan bir parça olarak her geçen gün büyümeye devam ediyor ve heykelle bütünleşiyor.
- Kentler, hafızanın mekâna işlendiği, mücadelelerin ve kolektif üretimlerin içinde şekillendiği alanlar olarak ele alındı. Kent heykelinin her bir parçası farklı bir öğrenci tarafından yapıldı ve her biri kente dair kendi bakışını bu parçaya yansıttı. Tıpkı bir kentte yaşayan farklı insanların bir araya gelerek bir bütünü oluşturması gibi, bu heykel de farklı dokunuşların birleşimiyle ortaya çıktı.
- Tutsaklık, bu heykel diğerlerinden farklı bir süreçle üretildi. Heykelin ana hatlarının belirlendiği ilk aşaması kolektif bir karar alma süreciyle belirlenmedi, tek bir kişinin elinden çıktı. Çünkü tutsaklık ortak bir kararın sonucu değil, ülkemizde bireysel olarak dayatılan bir durumdu. Heykelin bir köşesi; kırıldı parçalandı ve buraya da çeşitli bitkiler ekilerek tutsaklığı parçaladı. Bu da tutsaklığın geçici olduğunu, bugün sürse bile bir gün son bulacağını ve olması gerekenin yeşereceğini simgeliyor. Kamusal alanları savunan insanlar özgürlüklerinden mahrum bırakılmış olsa da, onların mücadelesi ve fikirlerinin tutsaklığa rağmen, tutsaklığı aşarak yaşamaya devam ettiğini simgeliyor.
Heykelin ana hatlarını belirledikten sonra üretim sürecini kolektif bir şekilde ilerlettik. Heykelin her bir parçasını farklı öğrencilere dağıttık ve herkes ona kendi dokunuşunu ekledi. Heykel, herkesin emeğinin bir parçası olduğu, bireysel detayların birleşerek kolektif bir bütün oluşturduğu bir eser hâline geldi. Burada kolektif çalışmanın esere nasıl bir zenginlik kattığını deneyimledik. Şehircilik, sanata mekânsal bir bağlam kazandırırken; sanat, mekânı daha duyusal ve anlamlı bir hale getirdi.
Bu süreç boyunca en çok aklımda kalan şey, her birimizin süreçten ne kadar etkilendiği oldu. Öncesinde heykel yapma deneyimi olmayan öğrenciler bile, süreç ilerledikçe sanatın ve mekânın nasıl iç içe geçtiğini keşfettiler. Kolektif üretimin, birlikte düşünme ve üretme deneyimini yaşatmanın en güçlü yollarından biri olduğunu bir kez daha gördüm.
Bu kolektif heykel çalışması, sanatın, tasarımın ve planlamanın nasıl iç içe geçebileceğini gösteren bir deneyimdi. Kamusal mekânları sadece fiziksel unsurlar olarak değil, aynı zamanda hafıza ve paylaşım alanları olarak görmek, kamusal alanları sahiplenmenin, onları sadece bir fonksiyon alanı olarak değil, ortak bir üretim ve ifade mekânı olarak değerlendirmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hep birlikte deneyimledik.
Sanat ve tasarım, birbirini tamamlayan ve geliştiren alanlar. Bu süreç, sanatın yalnızca estetik bir üretim değil, aynı zamanda mekânsal bir ifade biçimi olduğunu gösterdi. Aynı şekilde, şehircilik de sanatın içeriğini genişleterek ona farklı bir bağlam kazandırdı. Disiplinlerarası çalışmanın en büyük gücü de burada yatıyor: farklı perspektifler, birbirini tamamlayan ögelere dönüşerek yeni bir anlam yaratıyor.
Bu heykel, yalnızca bir kolektif sanat eseri değil, bir hatırlatma, bir paylaşım ve bir dayanışma sembolü olarak kamusal alanda varlığını sürdürüyor. Sanat ve şehircilik, birlikte üretildiğinde, yalnızca mekânları değil, aynı zamanda bu mekânları deneyimleyen insanları da dönüştürüyor. Kolektif üretimin ve farklı disiplinlerin kesişiminde ortaya çıkan bu tür çalışmalar, yalnızca bugünü değil, geleceği de şekillendiren bir güç taşıyor.
Ayşecan Akşit, şehir plancısı. 33. Dönem TMMOB Şehir Plancıları Odası Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Kentsel Dönüşüm Dairesi Başkanlığı, Kentsel Tasarım Şube Müdürlüğünde çalışıyor. Afet ve kentsel dirençlilik üzerine çalışıyor. İki ve üç boyutlu sanat çalışmalarıyla ilgileniyor.