Günümüzde yaşadığımız her anın içeriği, geçmişte yaşadıklarımızın, karmaşık bir örgü yapısıyla bugüne yansımasıdır. Doğanın bir parçası olarak insanın da gezegeni ile olan ilişkisinde bugün şikâyet ederek ortadan kaldırmaya veya çok memnun olarak korumaya çalıştığı her konu da dünün mirasıdır aslında. Spektrum dergisinin 12’nci sayısında da iklim değişikliğinin tüm sektörler üzerine etkisinin ele alınmasının sebeplerinden biri, insanlığın kendi tarihi boyunca yaşadığı çevreye şimdiki kadar etki etmemiş daha gerçekçisi edememiş olmasıdır. Endüstri Devrimi’ne kadar olan süreçte insanlar; doğada bulabildiklerini yaşam alanının şekillendirmesinde kullanmış, etraflarında ne varsa onunla beslenmiş ve doğanın döngüsel ritmine uyum sağlayan-sağlamak zorunda olan bir hayat yaşamışlardır. Ne zaman ki beslenme, suyun kontrolü, ulaşım, enerjinin elde edilmesi, büyük ölçekli tarım alanlarında vahşi üretimde olduğu gibi aslında insanlığın (belki de doğa içinde sadece insanlığın) hayat konforunu sürekli yükselten endüstriyel üretim gelişmiştir; görünen o ki sadece insanın doğaya dolaysız etkisi değişmemiş aynı zamanda tüketim biçimleri ile doğrudan ilişkili olarak iktisadi anlayışın da değişmesine-gelişmesine sebep olmuştur. Gelişen kapitalist anlayışın gereği olarak konu sadece insanın hayatta kalması olmanın ötesinde, konforlu bir hayatın adeta bekçisi haline getirilen insanın tüm hayatı boyunca talep ettiği ihtiyaçların yeniden tanımlanması ve bu beklentilerin karşılanması ile üretim mekanizmalarından elde edilen kapitalin yükselmesi noktasına taşınmıştır. İnsan kavramının yüceltilmesi ile sürekli büyüyen ve yirminci yüzyılda altın çağını yaşayan kapitalist anlayışın insanlık için sunduklarının bedelini bugün net bir şekilde yaşıyoruz. Durmaksızın büyüyen üretim ve tüketim sisteminin sürekliliği için gerekli olan fosil yakıtlara dayalı karbon emisyonlarının gezegenimiz genelinde artması; küresel ısınma, hava ve su akımlarının yön değiştirmesi ve bunlara bağlı olarak gelişen doğal afetlerin sıklaşan aralıklar ile deneyimlenir hale gelmesi kaçınılmaz olarak doğanın bir parçası olan insanın daha da zarar görmesine neden olmaktadır.

Uluslararası kamuoyunun bakış açısı, devletlerüstü teşkilatların, kurumların ve özellikle sivil toplum örgütlerinin, artık bilim insanları tarafından net bir şekilde ortaya konmuş olan veriler ışığında gelişen iklim değişikliği ile ilgili çalışmaların sonucu olarak belirli bir duyarlılık seviyesine ulaşmıştır. Günümüzde, özellikle Paris Konferansı ile sözleşmeye üye tüm devletlerin belirli düzeylerde sorumluluk almasının beklendiği, bireysel ve kurumsal olarak iklim değişikliği ile mücadele edilmesi için yapılması gerekenlerin tanımlandığı bir süreci yaşamaktayız. Bilinçli ve duyarlı bireyler için olduğu gibi artık tüm sektörlerde de önemli aktörlerin başı çektiği değişimleri takip ediyor ve parçası oluyoruz.

Tasarım Rehberleri ekibi olarak Spektrum’un 12’nci sayısında iklim değişikliği ile ilgili yaşanan süreci, tüm sektörlerdeki değişimler, gelişen yaklaşımlar ve sektörlere yansımaları ile ele alabilmek için sektör uzmanlarının, konu hakkında çalışmalar yürüten akademisyenlerin görüşlerini aldık. Enerji, sanayi, turizm, sağlık, şehircilik ve planlama, ulaşım, sinema, bilişim, gayrimenkul gibi çok farklı sektörler tarafından, iklim krizinin yaşantımız üzerindeki olumsuz etkisine yönelik farkındalık oluşturması açısından paylaşılan veriler ışığında, dünyanın tedirginliğini her geçen gün çözümsüzlüğe daha da fazla yaklaştıran gidişatın sebeplerini ve olası sonuçlarını bir kez daha gözler önüne sermek istedik. Doğayı canlı laboratuvar ve sıfır atık üretimi imkânı sunan bir araç olarak değerlendirdiğimizde; anlık değişimleri takip eden, üretim aşaması ile tüketim sonrasını da düşünerek ürün geliştiren sektörlerin iklim krizi ile birlikte iş yapış biçimlerinin de evrimleştiğini görüyoruz. Bu bağlamda beklenmedik hızla değişen iklim şartlarına en üst seviyede uyum sağlayabilmek için alışılagelmiş malzeme kullanımları yerine; sürdürülebilirliği destekleyerek hem dayanıklı hem de doğaya zarar vermemesi anlamında yeni hammadde arayışlarını, atık malzemelerin kullanımı ile birlikte değerlendiren sektörlerden bazılarının CO2 emisyonlarını da minimuma indirmek için geliştirdiği yaklaşımları sizlerle paylaşacağız.

Bir diğer yazımızda, doğaya bakmanın sadece karasal değişimleri incelemek anlamında yeterli olmayacağını, değişikliğin sarsıcı etkisinin artan sıcaklık ile birlikte okyanus ve deniz yaşamında balık türlerinin dağılımı, çeşitliliği ve ekosistemlerin yapısı üzerinde görülecek olmasından bahsederek bilim insanlarının sürdürülebilir balıkçılığı neden desteklediğini anlayacağız. İklim krizinin olumsuz etkilerini minimuma indirmek için bireysel olarak yapılabilecekler yanında küresel anlamda da birlikte hareket etmenin, ortak politikalar uygulayarak iş birliği yapmanın ve gereken yerlerde yasakları hukuk kuralları çerçevesinde tanımlamanın süreci olumlu anlamda destekleyeceğine inanıyoruz. Bu yaklaşımla farklı gündemlerle bir araya gelinen bir dizi toplantıdan ve etkinlikten oluşan G7 2024 Zirvesi’ni, iklim krizinin tehditleri karşısında adım atmaya karar veren ülkelerin anayasalarında ve hukuk metinlerinde yapmış oldukları değişiklikleri paylaşacağız. Tüm bu yasal düzenlemelerle insan faaliyetlerinin iklim değişikliği üzerindeki etkilerini dizginleyerek dünyanın yaşanabilirlik süresinin uzatılabilmesi için verilen çabaları güncel verilerle paylaşan çalışmada ise sürdürülebilirlik raporlarının hazırlanması gerekliliğine işaret edeceğiz.

Yenilikçi çözümler ile daha verimli ve sürdürülebilir tüketim süreçleri tanımlamak adına enerji sektörünün; düşünülenin aksine iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini ortadan kaldıracak inovasyon ve değişimi ortaya koyacak ana oyunculardan birisi olduğunu, bununla birlikte küresel anlamda rekabetçi olabilmek için sektörlerin özellikle daha yeşil, daha döngüsel ve daha dijital olması gerekliliğinin nedenlerini hep birlikte anlamaya çalışacağız.

İklim değişikliği tartışmalarında bir diğer önemli konu olan atıksu arıtma tesislerinin ne kadar dikkate alındığını sorgulayarak, tesislerin son yıllarda sera etkisi yaratan minör kaynaklardan birisi olduğuna vurgu yapmak adına konu ile ilgili üzerinde çalışılan proje hakkında fikir sahibi olacağız.

Tüketim alışkanlıklarının sosyal medyanın da etkisiyle yaygınlaşması, fosil yakıt kullanımının endüstride, ulaşımda ve gündelik yaşamda artması, endüstriyel tarım ve hayvancılık nedeniyle ormanların ve tarım alanlarının yok edilmesiyle gezegenimizin dengesini bozuyoruz. Sağlık sektöründen uzmanlar iklim değişikliğinin doğrudan veya dolaylı olarak sağlığımız üzerine pek çok etkisinin olduğuna dikkat çekerken, sağlık sistemlerinin söz konusu değişikliğe karşı yeterli direnç gösteremeyeceğinden endişe duyuyorlar ve çözüm yolunun sürdürülebilirlik anlayışı ile mümkün olabileceğine inanıyorlar. Atık yönetimi, dijital sağlık hizmetleri, sürdürülebilir tedarik zincirleri ise bu yaklaşımlardan bazıları. Bu anlamda Yuvam Dünya Derneği’nin mücadeleci çalışmalarının vadettiği umut önemli.

Azalan kar yağışı ile kış sporları merkezlerinin faaliyet sürelerinin kısalması, deniz suyu sıcaklıklarındaki artış ile serin sulara yönelim, yükselen deniz seviyeleri ile tehlikeye giren kıyı kullanımı vb. sebeplerle özellikle kitle turizmi destinasyonlarının değişmesi ve karbon salınımına neden olan ulaşım araçlarının yaygın kullanımının sıcaklık artışını tetiklediğini sizlerle paylaşıyor olacağız. Bu anlamda sürdürülebilir ulaşım politikalarının benimsenmesinin turizm sektörünün iklim üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılmasında kritik bir rol oynayacağının da altını çizmek istiyoruz. Bununla birlikte, kentte yaşamanın getirdiği gerekliliklerin, mecburi yer değiştirmelerin, değişen yaşam tarzının, kullanılan fosil yakıtlı araçların kentsel ulaşımdaki etkileriyle birlikte yaya ve bisiklet dostu kentlerin iklim krizi ile mücadelede avantajlı konumlarını yine başka bir yazımızda değerlendiriyor olacağız. Eş zamanlı olarak ulaşımın yalnızca ara hizmete yönelik bir istem olması ve bireyler tarafından asıl istenenin bir etkinliği gerçekleştirmek olduğunu düşünen farklı bir bakış açısını da sizinle paylaşacağız.

Günümüzde artık ucuz ve kaliteli üretim yapmanın yeterli olmadığını, tedarik konusunun da oldukça önemli bir paya sahip olduğunu görüyoruz. Bu düşünceyle, iklim krizinin sektör satın alma süreçleri üzerindeki etkilerine değinerek şirketlerin üretim, tüketim ve lojistik alanlarında verimliliği artıracak şekilde söz konusu süreçleri yeniden gözden geçirmesi, emisyonları azaltacak hedefler belirlemesi ve tüm bu çalışmaları şeffaf bir şekilde raporlayacak sistemler oluşturmasının gerekliliği sayımızın içeriğindeki diğer bir paylaşım olacak. Bu paylaşımı tamamlayıcı güzel bir örnekte ise, sürdürülebilirlik yönünde atılan adımların, toplumsal farkındalığın yanı sıra somut eylemlerle desteklendiğinde, karbon ayak izini azaltmanın ve iklim krizine karşı mücadele etmenin mümkün olabileceğini sunacak bizlere.

Gelecek adına farkındalık yaratmak ve iklim bilincini farklı bir yolla anlatabilmek adına sinemayı araç olarak kullanarak yeşil film prodüksiyon ilkelerini benimseyen ve Türkiye’nin ilk sürdürülebilir yeşil filmi olan “Bir Zamanlar Gelecek: 2121”, çekim öncesinden itibaren karbon ayak izini azaltma adına yapılmış olan tüm uygulamalar ve gösterilen hassasiyetlere dair içeriği ile konuya getirilen farklı bir bakış açısını sunacak sizlere.

Küresel sera gazı emisyonlarının büyük bir yüzdesinin binalardan kaynaklandığı gerçeğine bağlı olarak binaların enerji performansı, ısı yalıtımı, su yönetimi, dayanıklılığı vb. yapısal faktörlerin, iklim değişikliği karşısında binaların sürdürülebilirliğini belirleyen kritik unsurlar olması sebebiyle iklim koşullarına uygun malzemenin yeni teknik ve teknolojik sistemler ile birlikte kullanılmasının bir mecburiyete dönüştüğünü söyleyebiliriz. Özellikle kentsel dönüşüm başlığı altında kontrolsüz üretilen gayrimenkul stoku sebebiyle artan karbon emisyonlarının yönetilemeyecek bir hal almasından endişeliyiz. Bu anlamda, mevcut yapı stokunun yeniden değerlendirilmesinin önemli bir adım olacağını ve bütünleşik tasarım anlayışının benimsenerek termal konforu sağlayan enerji tasarruflu cihazlar, güneş panelleri, yeşil çatılar, yağmur suyu toplama sistemleri vb. özellikleri paket halinde sunan sürdürülebilir gayrimenkullere yönelik taleplerin her geçen gün daha da artacağını öngören çalışmayı paylaşacağız. Bununla birlikte önemli olan diğer bir konu ise; ömrünü tamamlayan binaların bir atık olarak yönetilmesi gerçeğidir ki bu yine büyük bir enerji ve karbon emisyonu demektir. Büyük çevresel etki ve sonuçlara sahip inşaat sektörünün dahil olduğu döngüyü bir planlama stratejisi olarak düşünerek, bunu döngüsel ekonomi modeli ve bina/malzeme yasam döngüsü çerçevesinde dahil etmenin üreteceği riskleri azaltma yolunda önemli bir adım olacağı görüşünü paylaşan çalışmada, aynı zamanda kentsel ısı adacıklarının oluşum nedenleri-sonuçları, doğal kaynak kullanımındaki bilinçsizlik ile geçirimli kent projesi hakkında fikir sahibi olacağız.

Küresel iklim değişimleri ile birlikte kaynakların paylaşımında yaşanan sorunlar, teknolojik gelişmelerle birlikte hızla artan kentsel yayılma ve buna bağlı derinleşen ekonomik krizler temelli sorunlar, kent planlamasının disiplinler arası, kapsamlı ve birbirini tamamlayan yaklaşımlar geliştirilmesini gerekli kılıyor. Bu yaklaşımla “eko-morfolojik yaklaşım”ı yeni bir kentsel planlama yöntemi olarak öngören, ekolojik planlama ve kentsel morfolojiyi bütünleşik bir şekilde ele alan çalışmayı paylaşacağız.

“Krizler çağında tanıştığımız yeni kötücül problemler, kompleks bir sistem olarak tanımlanabilecek kentleri sürdürülmesi gittikçe zorlaşan daha karmaşık örüntüler haline getirmektedir. Dolayısı ile bu karmaşık sistemleri anlayabilmek için uygulanan yöntemler arasında özellikle planlama ve tasarım alanlarında çok disiplinli analitik pratiklerin eksikliğinin daha fazla göze çarptığı söylenebilir” (Birik vd., 2024, s. 159) bakış açısıyla, kentsel tasarım ve planlama alanında alışılagelmiş yöntemlerden farklı olarak “Hikâyeleştirerek Aktarma” araçlarının “Senaryo Geliştirme” yöntemiyle birlikte ele alınabileceğini “İstanbul 2100: Denizin Yükseldiği İstanbul’da Yaşam ve Kıyı Alanları Üzerine Fikir Maratonu” atölye çalışması üzerinden deneyimleyeceğiz.

Yaşamın sürdürülebilmesi ve ekonomik faaliyetlerin devamı için hayati bir kaynak olan suyun doğru/verimli kullanımı ile mevcut kaynakların korunması, gelecek nesillerin suya erişiminin güvence altına alınması için, peyzajda kurakçıl uygulamalar yapılmasının ve bilişim sektörü desteği teknoloji entegrasyonuyla akıllı sulama sistemleri oluşturulmasının gerekliliği hakkında fikir sahibi olacağız.

İklim değişikliğinin etkileri ile ani başlangıçlı gelişen fırtına, sel vb. doğa olaylarının geçmiş on yıllara göre daha sık daha yoğun ve daha fazla noktada gerçekleşmesi sonucu insani yardım ile afet kurtarma misyonlarına olan talebin önemli ölçüde artması, savunma sanayisinin de doğrudan etkilenmekte olduğunu gözler önüne seriyor. Bu anlamda küresel ısınmanın dünya çapında askeri operasyonları nasıl yeniden şekillendirdiğini, altyapıda yeni düzenlemelere neden ihtiyaç duyulduğunu ve ulusal/uluslararası iş birliklerinin neden önemli olduğunu anlamaya çalışacağız.

İklim krizinin sadece ekonomik ve siyasi bir tehdit olmadığını aynı zamanda insanların yaşadıkları çevre içinde güvenlik sınırlarını zorlayan etkilere de sahip olduğunu söyleyebiliriz. “Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar” hedefine ulaşmak için kentlerin bu anlamda eşitleyici, kapsayıcı ve değişen koşullara adapte olabilir nitelikte olması beklenmektedir. Şartların değişmesiyle geçim kaynaklarının bozulması/azalması ile işsizlik oranın artmasının, mecburi göçlerin ve istihdamda kadın-erkek oranının dengesizliğinin-eşitsizliğinin Türkiye’deki yansımalarının detaylı şekilde ele alındığı çalışmayı paylaşırken; sosyal adaletin ve toplumsal cinsiyet eşitliğine bağlı politikaların benimsenmesinin ne derece önemli olduğuna vurgu yapacağız.

Çağın gereklerine bağlı değişiklikler görülen eğitim sisteminde, geleneksel yaklaşımlar yerine daha katılımcı olmanın yanı sıra yaratıcılığı destekleyen disiplinlerarası öğrenme modellerinin önemi giderek artıyor. Çevrelerine karşı daha duyarlı nesiller yetiştirmek adına öğrencilere farkındalık kazandırmayı hedefleyen, sınıf içi uygulamalarda kullanılmak üzere dijital platform ve etkileşimli öğrenme materyalleri sunan, iklim değişikliğinin etkilerini anlamayı sağlayacak pratik deneyler yaptıran eğitim anlayışına örnek uygulamalardan biri olan CLIMA-KIT (Climate Education with Hands-on Science at Schools) eğitim programı ile ilgili paylaşımlar yapacağız. Sürdürülebilirlik yolunda nasıl adım atabiliriz sorusu ile yükseköğretim seviyesindeki eğitim anlayışında bir model önerisi olarak gündeme gelen “Beşli Sarmal Modeli” içerisinde doğal çevre ve kaynakların üstlendiği rolü anlamaya çalışacağız. Diğer taraftan eğitim sistemine önemli bir eleştiri getirerek, Türkiye’nin hiçbir üniversitesinde “İklim ve Ekonomi” başlıklı bir “ders” olmaması durumuna vurgu yaparak başlayan yazımızda, uygulanan yanlış politikalar ile insanların iklim krizine karşı gösterdiği vurdumduymazlığı tüketim çılgınlığı yönünden inceleyeceğiz.

“İklim değişikliği ve yaşamsal olaylar arasındaki karmaşık etkileşimi anlamak için aktör-ağ yaklaşımının benimsenmesi önemlidir. Bu anlamda aktör-ağ yaklaşımı, afet senaryolarında yer alan çeşitli unsurlar arasındaki dinamik ilişkilerin daha bütüncül bir şekilde anlaşılmasını sağlar” (Bilbili, 2024, s. 50) yaklaşımı ile sağlık, ulaşım, lojistik vb. sektörler arasında kurulacak her türlü iş birliğinin daha dirençli tasarımlar yapılabilmesi noktasında önemini vurgulayacağız.

“Temiz enerji teknolojilerinde inovasyon ve uluslararası iş birliği destekleri, uzun vadeli iklim değişikliğine uyum ve adaptasyon için enerji güvenliğinin güçlü enerji altyapısı, su yönetimi, kaynak mevcudiyeti, fiyat dengeleme ve istikrarı, çevreye duyarlılık ve afet dirençli rezervler hususlarındaki taleplerini karşılamak üzere önemli açılımlar sunmakta” (Yerlikaya, 2024, s. 56). Bu gerçekle birlikte sürdürülebilir ve adil enerji sistemlerine geçişte sosyal dinamiklerin yeniden değerlendirilmesinin ne derece gerekli olduğunu açıklarken, iklim değişikliğinin enerji sektörü üzerindeki etkilerini, yapılan düzenlemelerin “toplumsal adalet” kavramıyla ilişkisi üzerinden farklı bir bakış açısı ile ele alacağız.

Spektrum yeni sayısında, öncekilerde olduğu gibi özenli bir görsel sunum çalışması yapıldı ve yazarlarımızın değerli görüşleri özenle/titizlikle/dikkatle hazırlanmış bir sunuş ile okurlarımıza ulaştırılmaya çalışıldı. İklim ve Sektörler başlığında hazırlanan sayının fotoğraf editörlüğü de son yıllarda doğa fotoğrafçılığı konusunda önemli çalışmalar yapmakta olan Mehmet Bedir tarafından üstlenildi. Yazıların içeriklerine göre, konu hakkında duyarlılığı arttırıcı ve okurlarımızın hislerine ulaşmaya çalışan fotoğrafların seçimini ve düzenlemesini gerçekleştiren Mehmet Bedir’e, iklim konusundaki yayın çalışmamıza gönülden destek vererek eserlerini bizlerle paylaşan eser sahipleri Adem Eroğlu, Burak Aksoyak, Busenur Kaya, Emre Akdağ, Fatma Aksu, İsmail Taşgeldi, Ömer Kul ve Sena Altunkaynak’a sonsuz teşekkürlerimizi iletmek isteriz.

Dileriz ki insanın doğanın bir parçası olduğu gerçeğinin farkındalığı ile verilen zararın küresel ölçekte azalabileceğini ve iklim değişikliği etkilerinin de aslında bireysel kavrayışımızla başladığını ama birlikteliğin enerjisi ile önüne geçebileceğimizi unutmayalım. Bu yolda minik bir katkı olarak yeni sayımızı sizlere sunuyor, beğeni ile karşılamanızı umuyoruz…


Kaynaklar

Birik, M., Aksel, E. B. ve Alpan, A. (Ed.) (2024). Deniz yükselince İstanbul kıyıları: Kentsel tasarımda senaryolaştırma deneyimi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Yayınları No: 909. https://acikerisim.msgsu.edu.tr/xmlui/handle/20.500.14124/5721.

Bilbil, E. (2024). Sektörlerin Yaşamsal Olaylarda Birlikte Çalışabilirliği: Aktör-Ağ Yaklaşımı Çağrısı. Spektum Dergisi (İklim ve Sektörler), 12, s.49-51.

Yerlikaya, E. B. G., Çetin, N. İ. (2024). Enerji Sektöründeki İklim Odaklı Dönüşüm ve Adalet Kıskacı: Enerji Bir Lüks mü, Hak mı yoksa Yatırım mı?. Spektum Dergisi (İklim ve Sektörler), 12, s.53-59.