Deprem sebebiyle Adıyaman Besni’de kaybettiğimiz dostumuz ve meslektaşımız Fatma Önder Özşeker’e, özlemle…
Arayışında olduğu adil kent politikalarını geliştirme çabasına devam!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Şubat depremleri sebebiyle ziyaret ettiği Kahramanmaraş’ta kendisiyle görüşen bir depremzedeye “Olanlar hep oldu. Bunlar kader planının içinde olan şeyler.” diyerek yaklaşık beş ay önce Amasra maden faciası için kullandığı ifadeyi deprem için tekrarladı. Oluş nedeni kaderle bağdaştırılarak açıklanmaya çalışılan birçok faciaya şimdi depremin eklenmesi, sonuçlarının tartışılmasına ve bu sonuçta rolü ve sorumluluğu bulunan kişiler ile kurumların görünür kılınmasına engel oluyor. Çünkü, İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün de belirttiği gibi, depremden doğrudan zarar görenlerin veya dolaylı etkilenenlerin öfkesini karşılayamayan iktidar, inanç üzerinden baskı yaratarak dinin ‘müsekkin’ (sakinleştirici) niteliğini kullanma yolunu tercih ediyor.
Oysa bizim deprem gibi doğal afetlerde kader planını değil, kent planını konuşuyor olmamız gerekiyor. Kent planının önüne tercihen kader planı konduğu anda, bilimsel bilgi ve tekniğin yok sayılması kolaylaşıyor. Bu hataya düşmeden, gerçeklerle yüzleşerek, gerekli tüm tartışmaları hemen şimdi yapmalıyız!
Kent planı, farklı ölçeklerde olmak üzere, yer altı ve yer üstü analitik etütlerden arazi kullanım kararlarına, yer seçiminin öneminden ‘korunacak’ ve ‘korunulacak’ alanların tespitine, risk analizinden sakınım stratejilerine, sektörel ihtiyaçlardan mekânsal gelişim senaryolarına, yapı stokunun zeminle uyumundan yapılaşma kurallarına ve daha birçoklarına değin çok geniş bir spektrumda temel hususları ortaya çıkarmaya, belirlemeye ve uygulamaya imkân tanır.
Peki, kader planı ne işe yarar? Herhalde, kentsel planlamanın mesleki mantığıyla, etik ve ilkeleriyle çelişecek biçimde hakkıyla yapılmayan analizlerin, verilen ayrıcalıklı imar haklarının, rant politikalarının, denetlenmeyen yapıların ve daha birçoklarının neden olduğu sonuçların üzerine örtmeye, sorumluların ise göz ardı edilmelerine -ya da özeleştiri yapıp özür dilemek yerine helallik isteyebilmelerine… O yüzden kent planındansa ‘çizilen’ kader planını öne sürmek tercih ediliyor olsa gerek.
Süleyman Demirel’in kendisini iktidara taşıyan “Bize plan değil pilav lazım.” sözünü yeni yeni tersine çevirebilmişken, şimdi kader planıyla yeniden kent planı aşılmak isteniyor. Buna izin vermek, doğal veya insan eliyle gerçekleşecek afetlerde yaşanacak kayıpların her defasında artmasına göz yummak demek. Buna izin vermek, geri döndürülemez tahribatların önünü açmak demek. Buna izin vermek, bilimsel ve mesleki bilgiye duyulan güveni hiçe saymak demek. Buna izin vermek sosyal ve kentsel adaleti zedelemek demek…
Derken, 24 Şubat 2023 tarihinde 32114 sayılı Resmî Gazete’de “Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” yayımlandı ve korkulan oldu. Kente ve kentsel planlamaya ‘darbe’ niteliğinde kararlardan müteşekkil bu kararnameyle, bugün 30’un üzerinde devlet üniversitesinde lisans ve lisansüstü düzeyde eğitimi verilen şehir ve bölge planlama disiplini bir günde hiçe sayıldı. Jeolojik ve zemin etütlerinin hazırlanması dışındaki tüm süreçlerden muaf olundu; mülkiyet hakları yer değiştirebilir kılındı; orman ve maden alanları yapılaşmaya konu edildi; hiç olmaması gerekli bir ele alışla bütünsel olmayan parçacı ve projeci anlayış kentlerin yeniden inşasında strateji olarak benimsendi; kentler parça parça ihalelerle paylaşıldı, her birini bir başka şirketin tasarlayıp inşa edeceği konut birimleri uydu görüntüsü üzerine çizili vaziyet planlarıyla ama son derece estetik üç boyutlu görsellerle görücüye çıkarıldı. Hani nerede kentlerin gelişim senaryoları, nerede sektörel tahminler, nerede farklı ölçeklere ait kent planlarındaki geniş kapsam ve fonksiyon dağılımları, nerede katılımcılık?
1 haftada koordinasyonu sağlayamayan, 1 ayda çadır ve diğer hayati ihtiyaçların önemli bir kısmını gideremeyen iktidar Mart 2023 sonunda başlayarak 1 senede sağlam konut inşaatını tamamlama sözü vermişken, analizinden kararına buna altlık oluşturacak faaliyetlerin ne ara, hangi yöntemle ve nasıl tamamlanacağı, tamamlanabilecek bile olsa bunu nasıl kabul edebileceğimiz çok önemli sorular olarak diğerlerinin yanında yerini aldı.
Yine de ümitsizliğe kapılmadan, bir şehir plancısı, yaşam hakkı savunucusu ve yurttaş olarak tüm ilgililere seslenmek isterim; yas süreci tamamlanmadan, liyakat sahibi meslek insanlarına danışmadan, gelecek senaryolarını kurmadan, adaptasyon ve dirençlilik potansiyellerini belirlemeden, üst ölçekten alt ölçeğe gerekli tüm kent planlarını oluşturmadan, insanın doğayla ilişkisini dengeleyecek biçimde kentlerin özgün çevresel, ekonomik, sosyal ve mekânsal dinamiklerini gözetmeden kalıcı konut inşaatlarına başlamayın. Kentleri sadece toplu konutlardan ibaret sayan algıyı değiştirin. Mesleğimize, uzmanlığımıza, yaşamımıza, haklarımıza saygılı, incelikli yaklaşımlar geliştirin. Hem yerel halkın ihtiyaçlarını hem bilim insanlarının çözüm önerilerini görün, duyun, dinleyin.
Yıkımı yalnızca kaldırılacak bir enkaz olarak ele almadan, acele etmeksizin ama hızla ve hep birlikte kentlerin salt inşasına değil, tüm bileşenleriyle yeniden kurulmasına odaklanalım; sadece mülk sahiplerini değil, kiracıları da kapsayan bir barınma politikası oluşturalım; kaba biçimde değil, doğal, tarihi, toplumsal ve kültürel mirası yaşatacak hassasiyetle yaklaşalım; kentlilerin göç ettikleri yeni yerlerde kalacak değil, kendi memleketlerine dönmelerini mümkün kılacak çözümleri bulalım; kırsalı unutulan değil, aksine güçlü potansiyeliyle yeniden canlandırılacak dirençli alanlar olarak görelim.
Atılacak daha çok adım var; tek başına, şeffaf olmayan süreçlerle, bilimsel olmayan veri ve analizlerle, “yaptık, oldu” anlayışıyla ilerlenemeyecek kadar çok. Tekrarlanan aynı hatalarla yeni afetlere hazırlıklı olma şansı da yokken üstelik… Hem 6 ve 20 Şubat depremlerinin etkilediği kentleri ve insanları hem de deprem kuşağında yer alan diğer kentlerde kaygı düzeyi artan tüm yurttaşları manen ve madden onarıcı eylem gerekliliklerini yerine getirmek önceliğiyle ve sorumluluğuyla, kaderciliğin yerine kentsel planlamayı dikkate alan bir yaklaşımı hepimiz hak ediyoruz. Ötesi, lafügüzaf!
Depremlerde hayatını kaybedenlerin anısına saygıyla…